ÇAMAŞIRCI OĞLAN SERÜVENİ

TR
RU EN

ÇAMAŞIRCI OĞLAN SERÜVENİ 

Masal

     Evel zaman içinde, kimsenin bilmediği zamanlarda Kırım’da bir oğlan yaşarmış. Ekmeğini komşularının kirlilerini yakımakla bulur. Bunun için adına Çamaşırcı Oğlan demişler. Oğlan’a zenginlik nasip olamamış, ama yakışıklılık, güç, altın bir kalp ve cesaret Allah’tan verilmişti. Oğlan’ın kaderinde yıldızları öyle sıralanmış ki, macera dolu hayat onu beklerdi. 

     Oğlan sık sık aç kalırdı, ama buna üzülmez, hayata güleryüzle tutunurdu. Sırtına vurduğu ağır çamaşır sepetiyle şehir sokaklarından geçerken şarkı söylerdi. 

     Eski bir çınar ağacının altında gecekondusunun yanında çamaşırı yakarken Oğlan o yere konan dünya güzeli olan büyük bir kuşu görür. Büyük, güzel bu kuş çınar dalına, tam Oğlan’ın başı üstüne konar. Yukarıdan Oğlan’a dikkatle bakan kuş kanatlarını yan taraflara uzatarak doğurlar. Bir anda kanatları çarpıp yükselerek uçup gider. 

     Ertesi gün aynı saatte, aynı yere konarak kuş gene Oğlan’a bakar, aniden daldan uçup gider. Her gün o kuş böyle gelir, uçup giderdi. 

     Çamaşırcı Oğlan bu muhteşem misafirini o kadar beğenir ki, bir gün onu avlayacağını hayal eder. Gene her zaman olduğu gibi güzel kuş dala konduğunda Oğlan gizlice yaklaşarak kuşu ayaklarından sıkıca tutuverir. Kuş değil ürkmek, hiç bir şey olmadığı gibi kanatları açarak avcısıyla beraber havalanır. Yükseldiğini anlayan şaşkın Oğlan’ın içine şüphe düşer. Çamaşırcı Oğlan bir kaç sert hamleyle kuşu inmeye zorlayacaktı, ama böyle bir seyahatın meraklı olabileceğini düşünerek kendini güzel kuşa teslim eder.  

     Kuş ise gitgide daha uzak ve daha yüksek bir diyara uçuyordu. 

    Uzun mudur, kısa mıdır bilinmez ama seyyahlar yedi gün, yedi gece havada kalmışlar. Sekizinci gün bir ormana kondular. Orman muhteşem bir mermer sarayın kapısına yakındı. Toprağa konan büyük kuş keskin bir ses çıkardı. Saray kapıları açıldı ve kapıdan güzellerin güzeli bir kız çıktı. Güzelliğine ancak ayın ondördüncü gecedeki hilali eşit olabilirdi. Kızın her bir hareketini koruyan kırk genç muhafızı vardı. Çamaşırcı Oğlan’ı nazik karşılayarak onu elinden alır. Saygı ve özel bir edayla saraya geçirir.

     Oğlan bunlara hayran kalır. Sarayın muhteşemliğine, zengin döşemelerine, bir rüyaymış gibi inanamıyordu. Safir, yakut taşları, zümrüt ve çeşitli kehlibar taşları, akiktaşı ve diğerlerinin parıltısı her köşeden gelirdi. Sarayın en büyük odası ise saf elmaslarla süslüydü. Oda duvarları açıldığında Oğlan daha fazla hayran olur. Yeni açılan odanın ortasında bir masa üstünde ziyafet sofrası hazırlanmıştır. Güzel saray sahibesi Oğlan’ı başköşeye oturtarak ikram etmiş, kendisiyse yanına çömelmiştir. Daha kimsenin bulunmadığı, eşi benzeri görülmemiş bir ziyafet başlar. Her görüp duyduğuna Çamaşırcı Oğlan çok şaşıyordu.  

     Ziyafet bittiğinde Oğlan Güzel kıza: 

     – Canımın içi, söyler misin. Bu muhteşemliğin sahibi kimdir? Kimin sayesinde bu harika saraya gelebildim de senin gibi güzelin misafirseverliğine nail olmuş bulunmaktayım? –diye sorar.

     – Oh, Çamaşırcı Oğlan! Karşında ulu bir Padişah’ın tek kızı ben varım. Babam Yeraltı ülkesi Taberistan’ın hukümdarı, büyücü perilerin sultanıdır. Buradaki her şeyin, ziynetlerin sınırsız sahibi babam hukümdardır. Ben ise çoktandır senin sesinin takipçisi olmuşum. Güzel nağmeli şarkılarını söylerken gönlüm sana bağlandı, güzelliğine ve kuvvetine aşık oldum. Artık kendime bir eş seçmeliymişim. Kader seni – insanoğlunu - karşıma getirmiş. Yani üç gün sonra düğünümüz olacağı güne kadar babamın dönmesini bekleyeceğiz. – dedi kız.

     Kızın güzelliğiyle büyülenen Çamaşırcı Oğlan bu sözleri duyar duymaz gözü kararır. Kıza delicesine sarılarak kendinden geçer: 

     – Niye bekleyelim ki, canım? Üç gün dayanamam. Hemen şimdi benim oluver! – der.

     Çamaşırcı Oğlan’ın bu hareketleri güzel kızın hiç hoşuna gitmez. Oğlanı iter ve: 

     – Hayır, Çamaşırcı Oğlan. Bu olamaz! Babamın dönmesini beklemek zorundayım. Zira bir tek o bizi hayır sözüyle evlendirebilir.

     Fakat heyecanından azgınlık geçiren Çamaşırcı Oğlan kıza gene ve daha büyük bir ısrarla yanaşır:

     – Hemen burada bana kendini teslim etmezsen seni gücümle alırım! – diye bağırır.

     Güzel kızı kendine çekerek kucaklar ve yüzünü ateşli öpücüklere boğar.

     Çamaşırcı Oğlan’ın bu inadı kızı hepten çıldırtır. Muhafızlarına seslenen kız: 

     – Hemen defedin saygısızı! – diye emreder.

     O anda büyük kuş belirmiş, Çamaşırcı Oğlan’ı yakasından sürükleyerek pencereden uçup, onu göklere kadar yükseltmişti. Güzel peri kızının muhteşem sarayı sabırsız ve aceleci Çamaşırcı’nın gözünden sonsuzadek kaybolmuştur. 

     Uzun mudur, kısa mıdır bilinmez ama seyyahlar yedi gün, yedi gece havada uçmuşlar. Sekizinci gün büyük bir çölün ortasına konarlar. Kuş Çamaşırcı’yı yere indirir indirmez gözden kaybolur. Çamaşırcı ise kumlara düşünce hemen derin bir uykuya dalar. Çölün gece tehlikelerini hiç düşünmeyerek Çamaşırcı Oğlan çok saat hareketsiz kalır. 

     Allahtan o yere yakın bir kervan geçiyormuş. Gecelemeyi düşünen insanlar kervanı durdururlar. Kumda uyuyan zavallıyı o adamlardan birisi farkeder. Yanına gelip onu yavaşça uyandırır:

     – Nerelisin sen? Bu ıssız yere nasıl geldin? – diye sorar Oğlan’a.

     Etrafına şaşkın şaşkın bakınan Çamaşırcı:

     – Kırımlıyım ben. Taberistan’dan dönüyordum. – diye cevap verir.

     – Oğlum, hayal mi görüyorsun? Taberistan’dan şu an yakınlarında bulunduğumuz ufak Semerkand’a kadar otuz üç senelik yol vardır. Gördüğüm kadarıyla senin yaşın yirmiyi henüz aşmamıştır. Kalk, evladım. Peşimden gel. – der yaşlı Kervanbaşı Çamaşırcı Oğlan’a. – Semerkand’dа sana bir iş bulayım da bir an evvel hafızan yerine gelip memleketine dönebilesin. 

     Çok sevinir buna Çamaşırcı Oğlan, yaşlı adamın merhametine minnetdar olur. Yerden kalkan genç adam ağır hareketli develerin ardından yola koyulur. 

     Kervan ufak Semerkand’a varır varmaz ertesi sabah yerli geleneğe uyarak genç adamı Kadı’nın huzuruna getirirler.  

     Çamaşırcı Oğlan’a müracaat eden Kadı buralarda ne kadar çok kalacağını merak eder. Ufak Semerkand’da bir karısı var mıymış diye sorar.   

     – Oh, muhterem Kadı Efendi! Buralara kendi isteğimle gelmedim. Ama kader der ki, buralara geldiysen, yaşa! İkinci soruna da şöyle cevap verebilirim ki, herhangi bir bayanın eşi olmak bana henüz kısmet olmadı. – der Çamaşırcı Oğlan. 

     Kadı:

     – Hazreti Peygamberimizden bildiğimiz bir adet şehrimizde gelenek olmuştur. Şehrimizde üç günden fazla kalmayı düşünen bir insan kendine bir iş seçip çalışmalı, eş seçip evlenmelidir. Bu geleneğe riayet etmeyen kimse derhal sınırımızın dışına kovulur. Söyle, geleneğimize uyacak mısın? – diye sorar.

     – Uyarım, uyarım! – der Çamaşırcı Oğlan. Çünkü Haremağası olmaya hiç niyeti yoktu.

     – O halde, oğlanı Naib’in yanına götürün! – diye askerlerine emreder Kadı. 

     Çamaşırcı Oğlan şeriat hükümlerini yerine getiren Naib’e gelir. Naib oğlanın önüne süslü bir kutu çıkararak içinden kurra çekmesini söyler. Çamaşırcı Oğlan kutudan üstüne bir isim kazınmış olan bir taş çıkarır. Taşı Naib’e uzatır. Yazıyı okuyan Naib mızrağı tutan kapı muhafızını el işaretiyle yanına çağırır. Muhafıza bu genç adamı kurradan adı çıkan kadının evine bırakmasını emreder. Evin kapısına varınca muhafız kapıyı üç kere çalar. Kapıyı dünya güzeli, ufak Semerkand’ın en harika kadını açar. 

     – Güzellerin güzeli, ey Sahibe! – diye mızraklı muhafız kadına başvurur. – Bu genç seyyahı sana Naib yolladı. Bu genci ise Naib’e bizim Kadı yollamıştı. Kaderin seçimi kurrayla sana düşmüş ey Şiraz Gülü. Bu genç adam eşin olacakmış. Allah ikinizi de her iki dünyada mutlu etsin!

     Güzel Sahibe ellerini kalbi üstüne katlayarak nasibi olan genç adamı içeri davet eder. Yeni eşinin ev ihtişamını, döşeme zenginliğini görünce Çamaşırcı Oğlan çok şaşırır. Ertesi sabah Sahibe Hanım genç adamı sahibi olduğu tüm dükkan ve binaları göstermek için yanında götürdüğünde Çamaşırcı Oğlan bir kere daha hayret olur. 

     – Bugünden başlayarak tüm bu malvarlığını çevirecek, işletecek sensin. Fakat geleneğimizi de bil. Malı aldığımız fiyata dükkanlarımızdan alıcıya satarız. Borca almak isteyene de malı borç veririz. – der eşine kadın.  

     Çamaşırcı Oğlan kısmetine düşen bütün bu varlığa bakarken seviniyordu. Gelenekleri biraz tuhaf bulsa da onlara riayet etmiş, ülkenin alışkanlıklarına alışmaya bakmış. Tez zaman içinde eşine ısınmış, ticari işleri de başarıyla yürütmüştür. Böyle, bir yıl arkada kalmıştır.

     Yılın sonunadek bir kaç gün kaldığında Çamaşırcı Oğlan şehir pazarında tellalın yüksek sesini duyar:  

     – Allah’ın bize bir hediyesi olan, Peygamberimizin kalbinde duran ufak Semerkand’ın gerçek müminleri! Selametli Kadı’mızın emrini işidin! Öbürüsü gün bu yılın sonu gelmektedir. Borcu olan herkes borcunu kapatmalı! Devletimizin bu emrini yerine getirmeyenin üstüne Allah’ın gazabı yağsın!

     Ertesi gün Çamaşırcı Oğlan’ın sandığına bütün yıl boyunca malı borç alanların ödemeleri bir nehir misali akıvermiş. Yeni yılın ilk gününde Çamaşırcı Oğlan yıllık kazancını hesapladığında büyük hayretlere kalır. Malı toptan aldığı fiyata kendi dükkanlarından aynı fiyata sattığına rağmen sonuç kazancının çok daha yüksek olduğuna şahit olmuştur. Şaşkınlığını gizleyemeyen Çamaşırcı Oğlan bunları dile getirir. Eve dönünce hepsini heyecanla eşine anlatır:   

     – Bu büyülü şehirde tuhaf olan ne çok şey oluyormuş!

     Eşi bu sözleri duyar duymaz şikayetiyle Naib’e koşar. Zira bu şehrin kanunu herhangi bir olaya şaşırmayı yasaklıyordu.

     – Oh, muhterem Naib! Bir yıl önce bana eş olarak yolladığın bu adam kutsal geleneğimizi çiğnemektedir. Gözleriyle şahit olduğu işlere çok şaşırmış. Bunları sesli sesli dile getirmiş ve Allah’ın işine karışmış bulunmaktadır. Ben de kanunumuza göre, bu gavurla yaşamayı redediyorum. Artık kendimi boşanmış bilirim. – der.  

     Çamaşırcı Oğlan’a çok kızan Naib onu çağırtır. İşlediği büyük günahını anlatarak onu bir suçlu olarak zindana attırır. 

     Çamaşırcı Oğlan kendini anlatmaya gayret etse de her şey boşunaydı. Kanun önce gelirmiş. Zavallı Çamaşırcı Oğlan’ı muhafızlar yeraltı zindanına, acımasız ölüme götürüyordu. 

     Ama bir mücize olmuştur. Muhafızlar Oğlan’ı götürdüğünde gene o büyük büyülü kuş peydah olur. Çamaşırcı Oğlan’ı güçlü tırnaklarıyla yakasından yakalayıp göklere yükselir. Çamaşırcı Oğlan bu sefer de bilinmeyen ülkelerin yolunu aşacaktır. 

     Uzun mudur, kısa mıdır bilinmez ama seyyahlar yedi gün, yedi gece havada uçmuşlar. Sekizinci gün derin bir vadiye inerler. Kuş gene gözden kaybolur. Çamaşırcı Oğlan’sa bu lanet yerden tek başına çıkmayı dener. Bir çok saat Çamaşırcı Oğlan sarp kayalardan yukarı tırmanarak gün yüzüne çıkmaya gayret eder. Nihayet bir yol üzerine çıkabilmiş. Yol kenarına dinlenmek için oturduğunda derin bir uykuya dalar. 

    Çamaşırcı Oğlan’ın şansına o vakit yoldan yalnız bir yolcu geçiyordu. Uyuyan Oğlan’ı görünce onu yavaş yavaş uyandırır. Oğlan’a bu ıssız yere nasıl geldiğini sorar. Çamaşırcı Oğlan ona ufak Semerkand’dan geldiğini anlatınca, yolcu güler ve: 

     – Oğlum, hayal mi görüyorsun? Onca yol yayan tepilir mi? Bilge Kadı’mızın söylediğine göre ufak Semerkand’dan ulu Semerkand’a kadar yayan otuz üç yıllık bir yol varmış. Gördüğüm kadarıyla yolun ulu Semerkand’a yatar. Öyle midir? – der.

     – Öyle. – diye cevap verir Çamaşırcı Oğlan. Çünki söyleyecek başka bir şeyi yoktu. – Kalbi iyi adam! Bana şehrin yolunu tarif eder misin?..

     – Benimle gel! – der ona yolcu.

     Yolda üç gün, üç gece kalırlar. Dördüncü gün yol çatalına gelirler. Yolcu Çamaşırcı Oğlan’a Semerkand’a götürecek yolu işaret eder, kendisiyse öbür yoldan devam edip gider. Vedalaştıktan sonra Çamaşırcı Oğlan yedi gün, yedi gece yolda kalır. Sekizinci gün ufukta büyük bir şehrin kale duvarlarını görür. Gün battığı için Çamaşırcı Oğlan yolu tepmenin artık faydasız olacağına karar verip yakında bulunan eski bir mezarlıkta geceler. 

     Eski bir türbenin yıkıntıları arasında kendine rahat bir yer seçerek yatar. Çamaşırcı Oğlan başını bir taş üstüne koyup hemen uykuya dalar. 

     Az mı uyumuş, çok mu uyumuş Çamaşırcı Oğlan bilimnez, ama gece yarısı başının üstünde çalan güçlü bir ıslıkla, gürültüyle uyanır. Bu gürültüden Çamaşırcı Oğlan’ın damarlarındaki kanı korkudan neredeyse donacaktı. Gözlerini açtığı zaman korkunç bir manzarayı görür. Muazzam bir İfrit yüksek bir selviyi köküyle topraktan çıkarıyordu. İfrit ateşten bir cinmiş. Selviyi toprağın içinden nihayet kurtaran bu İfrit ağaç gövdesini kenara koyar. Selvi altında bulunan bir mezardan görülmemiş güzelliğindeki bir kızı kaldırır. Ölüm uykusundan gözünü açan kız önünde korkunç mahlukü görünce pençelerinden kurtulmak ister. Fakat yüzü kara İfrit siyah tırnaklarını kızın vücuduna öyle bir batırır ki, yatan ölüler mezarları içinde dönmeye başlarlar. İfrit korkunç ve dehşet verici kahkahalarla etrafı sarsar.  

     – Ha, ha, ha! Benden kaçacağını mı zannediyorsun, güzelim! İffetini koruyan büyülü şeyi senden öğrenmeyince kurtuluş yok! – diye bağırıyordu cin. –  Seni son defa uyarıyorum. İsteğime karşı gelme de büyüden kurtul ve benim ol! Otuz sekiz gündür seninle uğraşıyorum. Bilesin ki, Sultanın kızı, son iki günün kalmış. Şehvetli arzumu yerine getirmezsen acı ve korkunç bir ölüm seni bekler!

     – Hayır! İğrenç tırnakların arasında öleyim daha iyi. Lanet olası zalim! Asla senin olamam, büyülü sırrımı da asla açmam! – diye haykırır ona kız. 

     Bunu duyan İfrit inanılmaz bir kızgınlık geçirip korkunç bir uluma çığırtısı atar. Kızı mezar çukuruna geri atarak üstüne toprağı yıkar, selvi gövdesini fırlatır. İfrit büyük bir hızla o yerden koşarak uzaklaştıkça yeryüzü titrer. 

     Kalan geceyi Çamaşırcı Oğlan artık uyuyamaz, sabahı iple çeker. Gün doğar doğmaz adam koşar adım şehre doğru yol alır. Akşama doğru ancak şehir kapılarına ulaşır. 

     Şehrin kale kapısı kapatılmadan önce şehre girebilen Çamaşırcı Oğlan merkez meydanına gider. Pazardan geçerken tellalı dinleyen bir avuç insanı görür. İnsan kalabalığına karışarak o da dinlemeye başlar. 

     – Ey, müminler! Ulu Padişahımız, hukümdarların hakanının sözüne kulak verin. Otuz sekiz gündür Allah’ımın Peygamberimi şahitliğine yalvarıyorum. Korkunç bir suç işlenmektedir. Yeraltı ve sualtı, hertürlü varlığın sahibi Yüce Allah sesimi işide! Padişah kızımızın bulunduğu yerini bilen ve gösteren kişi güzel Sultan’ın eşi olacaktır. Yada güzel Sultan’ın ağırlığınca altın alacaktır!  – diye bağırır. 

     Çamaşırcı Oğlan bunları duyunca fırsatı kaçırmamayı karar verir. Çamaşırcı o tellalın yanına gidip kızın kayboluş hadisesinin inceliklerini öğrenir. Sonra tellala: 

     – Beni Padişah’a götür. – der.

     Çamaşırcı Oğlan Padişaha geçen gece mezarlıkta gördüğü bütün her şeyi olduğu gibi anlatır.

     – Ulu Semerkand’ın Ulu Hukümdarı! Kızını kurtarırım! Ama bana en güçlü kırk askerini vermelisin. İfrit’i yok edeceğimize emin olan askerler benimle gelsin! Cesaretleri varsa başarırız. Senin kızım, benimse olacak eşim böylece kurtulur! – der.  

     Padişah bu sözlerle ümütlenerek seraskerine komşuş. En mert yiğitleri ona hazırlatmıştır. Askerler hazırlıklardan sonda Çamaşırcı Oğlan’ın emrine teslim edilmişti. Ertesi günün akşamına Çamaşırcı Oğlan ve mangası mezarlığa gizlice yaklaşarak pusuya yatmış. Tam da o selvinin dibine yerleşmişlerdi. Çamaşırcı Oğlan İfrit mezarı açarak oradan kızı kaldırdığı an ona çullanmalarını tembih eder. Dehşetli mahlükun gelişini korkuyla bekliyorlardı. 

     Tam yarıgecede büyük bir gürültü kopmuş, İfrit o selviye rüzgar gibi uçup gelmiştir. Bir kuş tüyü gibi toprak içinden yüksek selviyi kökleriyle çıkarır. Mezarda baygın yatar güzel kızı kaldırır. O anda Çamaşırcı Oğlan askerlere el işareti verir. Askerler mahlüku kuşatarak üstüne çullanırlar. Hançerleriyle darbeler indirirler.

     Zorlu bir dövüş başlar. Kökleriyle topraktan çıkardığı orman ağaçlarını sağına soluna rasgele fırlatan azgın İfrit artık gücüne hakim olamıyordu. Korkunç mahlük azametinden çirkin ve yıkıcı bir uluma çıkartıyordu. Askerlerin yükerleri tek bu sesten patlıyordu. Kamış saplarıymış gibi tek tek saftan düşen askerlerin sayısı azalıyor. Ama İfrit’e de saplanan sayısız mızrak ve ok uçları keskin yara, kötü darbe indiriyordu. Islak ve kaygan tenini kaplayan sayısız yaradan oluk oluk kan akıyor, arkasıyla göğsü kanıyordu. İfrit otuz beş askeri öldürür. Çamaşırcı Oğlan kendi mızrağını mahlükun tenine öyle derin saplamış ki, korkunç cin nihayet yere soluksuz, cansız yıkılmıştır. Canlı kalan beş askerse hemen cesedine çullanıp iğrenç tenini bıçaklarıyla parça parça ayırırlar. 

     Baygın kız gözlerini açtığı zaman kurtuluşuna inanamadı. Tacizci mahlukun elinden onu kurtaran cesur genci karşısında görünçe güzel Sultan çok sevinmiş. Ama zayıflığından ayağa kalkamaz. O zaman kan revan içinde olan askerler Sultanı eleri üstüne kaldırarak Saraya getirirler.

     Ülke hukümdarı olan Padişah, Semerkand’ın Hakanı ölümlerden dönen sevgili kızını ve kurtarıcısı olan Çamaşırcı Oğlan’ı sarayında büyük bir bayram merasimiyle ağırlamış. Saraya giden yol boydan boya kıymetli halılarla döşenmiş, kumaşlarla süslenmiştir. Çamaşırcı Oğlan’la güzel Sultan saray merdivenlerinden terasa çıktıklarında Padişah tüm halka bunların düğününü ilan eder. İfrit’in esaretinde güç ve sağlık kaybeden güzel Sultan kısa süre sonra iyileşir. Yeniden güzelleşir ki, ayın on dördünde çıkan yeni hilal bile onun zarafeti yanında soluktu. Kırk gün sonra şehir pazarında tellal bangır bangır Hakanların Hanı, ulu Semerkand’ın Padişah’ı Sultan kızını ere verdiğini haber eder. Hayatını kurtaran pehlivan bir ere kızını everiyor. Bundan dolayı Padişah tüm tebasını toya davet ettiğini ilan ettiriyordu. Düğün sebebiyle de suçundan dolayı ceza çeken herkesi afettiğini ve salıverdiğini haber eder.

     Dünyada böyle bir ziyafet daha görülmemiştir. Kırk gün, kırk gece toy düğün devam etti. Doğuştan fakir olan Çamaşırcı Oğlan’ımız Padişah’a damat olmuş. Daha fazlası, Ulu Padişah’ın ilk Veziri oluvermiştir. 

     Zenginlik ve refah içinde yaşama devam eder Çamaşırcı Oğlan. Seviliyor, saygı görüyordu. Her sabah uyandığında hazinesinden yüz altın alır, gün boyu hayıra ve sadakaya harcardı.  

     Padişah’ın diğer vezirleri çok geçmeden buna rahatsız olmaya başlarlar. Çamaşırcı Oğlan’a gösterilen şan, onur ve sevgiyi kıskanırlar. Yabancı bir çulsuza bunca kıymet çok bile...diye düşünürler Genç adamı hepten yok etmek için kötü niyetli saray efradı bir dedikoduya yol verir. Guya genç Veziri Ulu Padişah’ımızın yerine göz dikmiş, tacı, tahtını üzerine deniyormuş. Halk tarafından Saraya bir hileyle sokturulan bu genç adam guya Padişah’ı öldürecekmiş. 

     – İfrit denen şey de ta kendisiymiş, kızı da o kılıkta çekiştiriyormuş. Yalandan kurtarıcıymış. Esas tahtı ele geçirecekmiş... 

     Dedikoducuların yalanına vizirlerin nazırların hepsi inanıyordu.

     Bunca kötü sözden artık bıkan Padişah’ın kendisi de şüphelenmeye başlar. Kalbini bir kurt kemirir. Damadına güveni sarsılır. Kem gözlü kara yürekler de boş durmamış, güzel Sultanı eşine karşı doldurmuşlar. Kurtarıcısı falan olmadığına inandırmışlardı. Kara yüzlü, kara kalpli adamlar kandırmakta öyle ustalarmış ki, güzel Sultan bile günün birinde hukümdar babasına gelip Çamaşırcı Oğlan’ı zindana atması için yalvarır. Padişah Çamaşırcı Oğlan’ı zindana kapattırır, üç gün sonra da idamına karar verir. İdamı halk önünde yerine getirilecekti.   

     İdam günü talihsiz Çamaşırcı Oğlan’ı şehrin sokaklarından meydana getiriyorlardı. 

     Kırk muhafızın çemberinde, celladının eşliğinde idam yerine yayan götürülen Çamaşırcı Oğlan gene büyülü kuşun ani oluşmasıyla kurtulmuştur. Kurtarıcı kuş Çamaşırcı Oğlan’ı bir hamleyle tırnaklarıyla kaparak göğe yükselir. 

     Kuş Çamaşırcı Oğlan’ı gene uzak diyarlara, bilinmez olaylara doğru götürüyordu.

     Uzun mudur, kısa mıdır bilinmez ama seyyahlar yedi gün, yedi gece havada böyle uçmuşlar. Sekizinci gün büyük kuş Çamaşırcı Oğlan’ı bir sahra içine, su kuyusu yanına indirmişti. 

     Çamaşırcı Oğlan kendine geldiği zaman kuyudan su içip yola koyulur. Çünki başka yapacak bir işi de yoktu. 

     Bütün bir gün yolda kalan Çamaşırcı Oğlan akşama doğru bir şehrin kale kapısına gelir. Kapıdan içeri geçerek sokak sokak pazar yerine gider. Çamaşırcı Oğlan yolda tuhaf ama ilginç bir olaya şahit olur. Gelen geçenden para dilenen kör bir Derviş’i görür. Sadaka veren adamı elinden sıkı sıkıya tutan Derviş adama onu iki yanağından tokatlamasını rica ediyordu. Bunu yapmayınca da adamın elini bırakmazdı. Kör dilencinin etrafına toplanan avareler tayfası bu ilginç temaşayı seyrediyor. 

   Çamaşırcı Oğlan da olan biteni çok merak ederek Derviş’e yakın gider. 

     – Ey, Resulumüzün sevgili kardeşi, söyle bana! Böyle bir cezayı kendine neden hak görürsün de yaptırısın? Ne günahın var? – diye sorar.

     Dilenci cevap vermeye lazım bile görmez. O zaman Çamaşırcı Oğlan ona bir akçe verip kahveye götürür. Konuşurken Derviş şunları anlatır: 

     – Şeytana ve onun yardımcılarına lanetler olsun! Ey, genç adam, bilesin ki, gençliğimde ben de İsfahan’da zengin bir tüccarın yanında çalışırdım. Tüccar ticaret işlerindeki maharetim ve zekamdan dolayı bana kıymet verir, iyi para kazandırırdı. 

     Günün birinde iş sahibim işlerinden dolayı İsfahan’dan Semerkand Hanlığına uzak bir yolculuğa hazırlanıyordu. Oh, genç adam! Tüccarın yanına aldığı bütün o ziynetleri sana anlatmam mümkün değil! Kırk devesi bir tek değerli taşlar kutularıyla yüklüydü. Yaşlı tüccar kervanın başı olarak beni yanına alır. Zira en güvendiği adamı o zaman tek bendim. 

     Adamın sayısız zenginliğini görünce kalbime şeytan girmiş, bunlara el koymamı aklıma sokmuştur. Bana bir an rahat vermeyen şeytan kulağıma hep:

     – Zengin bir adam olmayı istiyorsan, fırsa bu fırsattır. İhtiyarı öldür ve tüm zenginliğine sahip ol! – diye fısıldar dururdu.

     Kervanımız sahraya ulaştığı zaman etrafımızda uzak ufuğa kadar tek canlıyı bulamazdık. İşte o ıssız, sessiz yerde o an o kötü niyetimi gerçekleştirmeye aklıma köymuştum. Kervanımız dinlenmek için durdurulmuştur. Bense bir yırtıcı hayvanın hırçınlığıyla iş sahibimin üstüne fırladım. Zavallıysa o an namaz kılıyordu. Mızrağımı üstünde tüm gücümle kaldırdığım an çaresiz adam ona acımamı yalvaroyordu. Diz çöküp ayaklarıma sarıldı, canına kıymamamı rica ediyordu.

     Elimi indirdim. Fakat içimdeki şeytan gene aklımı çeldi:

     – Akılsız seni! Ağzını açıp böyle duracak mısın? Zenginliğe sahip olamacak mısın? Fırsat ayağına gelmiş. Adamı bitir hemen! – diye beni kandırıyordu.

     Elimi yeni bir hamleyle kaldırdığım zaman zavallı ihtiyar gene yalvarmaya başladı:

     – Oğlum! Canıma kıyma! – diye haykırır. – Zengin olmayı istiyorsan, olursun! Bana acı! Elimde olan en kıymetli nesnemi sana veririm. Zenginlik getiren büyülü nesnem senin olsun. Bu bir melhemdir. Sol gözüne bu melhemi sürsen öyle keskin bir bakışa sahib olursun ki, çok uzaklarda bulunan bütün şehir ve köyleri gözünle görebilirsin. Bu büyülü nesneden hiç kimsenin haberi yok. Bu nesneyi sana veririm. O şehirlerde malların hangi fiyatla satıldığını her zaman bilirsin. Kendi mallarını oralara kadar en uygun şartlarla götürür satarsın. Öyle bir kazanç elde edersin ki, kimse ulaşamaz.

     Büyülü nesnenin gücünü sınamak adına ihtiyara melhemi gözüme sürmesini söyledim. 

     Adam gözüme melhemi sürünce etrafımızdaki uzak yakın olan tüm şehirleri çok net görebildim. Pazarlarda kimin ne ve kaça sattığını görmüştüm.  

     – Ama unutmayasın ki, melhem yalnız sol göze işler. Melhemi sağ gözüne sürersen, tamamen kör olursun. Gün ışığını da asla göremezsin. – der.

     Akılsızmışım ben. İhtiyarın benden büyülü melhemin gücünü gizlediğini düşündüm. Gözüm karadı ve o zavallıya mızrağımı saplayarak öldürmüştüm. Garibin cansız elinden melhem kutusunu kaparak sıvıyla sağ gözümü de ıslatmıştım.

     Melhem sağ gözüme değer değmez gözlerimin nuru söndü, kendimi zifiri karanlıkların içinde buldum. 

     Saatlerce orada ağladım, sızladım. Haykırdım, Allah’a kırık sesimle yalvarmıştım. Ona lanetler yağdırdım, sonra dualar ettim. Ne yaptıysam hiç bir şey fayda etmedi. Gün ışığını sonsuzadek kaybetmiştim. 

    Cimriliğim ve acımasızlığım için böyle cezalandırılmıştım. İnsanın canına kıyma günahını üstümden atamadım. Kendime affı layık göremedim. Tekkeye vakfolunmayı maksat edindim, adaletin yüce gücüne hızmet etmek için. Göndüğün gibi, ibretlik olarak müminlere başımı teslim ediyorum. Tokatlarına yanak veriyorum!

Dervişi dikkatle dinleyen Çamaşırcı Oğlan ona:     

– Doğrudur. Kader seni akılsızlıkla doldurmuş. Şimdi anladım ki, en büyük eksiklik insanda aklın olmayışıdır. İlk akılsızlığın zenginlik istemendeydi. Zengin olunca mutlu olacağını zannettin. Nitekim, en büyük acıların menbası – zenginlerin ta kendisidir. Fakat ikinci akılsızlığın daha da kötüydü. Sana gelen kara cezanın karşısında bağını eğdin. Yüzünü tokatlara açıvermişsin. Aptal! Kader sana tokat indirmişse, ikinci yanağını tokada verme. Sana kendi serüvenimi anlatsam, inanamazsın. Kader beni yirmi defa yükseltip, kırk defa yere düşürürdü. Gene başım öne eğik kalmadım. Kaderler Kitabına ömrüm yazılmış olsa da, olmasa da Allah’ın kısmetine kendini bırakmamalısın. Kaderin seni tokatlasa, ona karşı darbe vermeye çalış. Sevinç yolu sahra kumlarından ve karanlık vadilerden geçermiş. Zira “Yiğit yiğit olsun da, çalı dibi yatağı olsun” derlermiş.   – der.