Girayın Ölümü Efsanesi

TR
RU EN

Girayın Ölümü Efsanesi

(Eski Kırım Rivayeti)

 

İşe Şeytan karışınca altın ve kadın — insanı öldüren iki şeydir. Gönül solduysa, ten ihtiyarlamışsa kül olur. Damarlarda kan kaynıyorsa: gözünde ateş hala yanıyorsa kadın senin sonunu getirir. Sonunda insanı gülünç hale getirmek için Şeytan kimi neyle kandırabileceğini iyi bilir. 

Bir zamanları yeryüzünde Solhat Hukümdarından daha yüce ve akıllı başka kimse yoktu. Güçlü olan Arslan Giray her şeye sahipti, her şeyden de memnundu. Yüz üç eşi ile ikiyüz cariyesi, mermer sarayı, bahçeleri, kahvehaneleri, sayısız at ve hayvan sürüleri varmış. Gönül daha ne ister? Ne dilerdi?...

Fakat her gece Giray’ı biri ziyaret ederek aklını çeler:

— Her şey var ama altınım azdır. — diye düşünürdü Giray. — Daha fazla altını nereden almalı?

Günün birinde beyleri toplayarak onlara Hanlığın tüm akıllı insanlarını çağırmalarını emreder. Beyler ne için bunu istediğini tam anlamayarak ertesi gün birer dostunu yanlarına alıp Giaray’ın huzuruna gelirler.

— Öyle bir madde üretmelisiniz ki, taşı altına çevirsin. — der Giray Han.

«Aklını yitirmiş Hanımız. Öyle bir madde olsaydı, insanoğlu onu çoktan elde ederdi», diye düşünür beyler ve yanlarındaki dostları. Fakat «Hanın emri kutsaldır. Ha, gayret. Zaman lâzımdır», derler. Aradan bir hafta geçtikten sonra «Ricamız vardır, biraz müddet ver», derler. Daha iki hafta geçtikte sonra, Han’ın huzurunda müddet dilenmek için tekrar ağızlarını açtıklarında, Han hepsini saraydan kovar. Akkılı bir adam olan Han “Hikmetli birini gidip kendim bulayım”, diye karar verir. 

Beyleri ona: «Halk arasına bir Han’a girmek yakışmaz. Ters bir iş çıkmasın. Han’ın asil kulağına lâyık olmayan laflar işitilmesin», der, yalvarırlar. Ama:

— Gene de gidiyorum! – der Han.

Bir Derviş kıyafetine bürünerek Han saraydan ayrılır. Beyleri haklı çıkmış. Solhat pazarı ve kahvelerde Han’ı incilten bir çok laf duyar kulağı, kendisi ve o meşhur beyleri hakkında. Son olan garipliği hakkında da:

— Hanımız aklını yitirmiş. Taştan altın yapacakmış. – diye gülüşüyordu insanlar.

— Hanımız Cinci Kamil’i çağırtsaydı, belki de bu işi oldururdu. — derdi bazı insanlar. – Cinci Kamil nerede yaşıyordu ki, cemaat?...

Büyücü Kamil’i bulan Han ona ne istediğini anlatır. Cinci uzun bir müddet suskun kaldıktan sonra:

— Tamam! Zor bir iş ama söylediklerimi yaparsan, belki bu işi yapabileceğim! — der.

— Olur. – der ona Han. Ve büyük bir and içer. - Üç dalağım boş olsun ki, eğer istediklerini yerine getirmezsem!

İkisi bir at arabasına binerek yola çıkarlar. Sekiz gün yol teperler. Dokuzuncu gün Kerç dağına gelirler:

— Buradan yayan gidelim.

--

Karanlık gölge bastığı vakte kadar dağa tırmanırlar. Durarak Cinci büyülü cümleyi söyler. Cinci dokuzuncu sözü söylediğinde mağaranın taş duvarı açılır, büyük bir taş parçası içeriye doğru hareket eder. Arkasından da iki yılan sızlama sesleriyle içeriye sürüklenir. Ay ışığında yılanların derisi parlıyordu. Etfarı seyreden Han ise mağara duvarlarında dans eden çıplak insanları görür. İnsanlar keçilerin dansını oynardı. 

— Az kaldı, birazdan varırız. Sen de sözlerimi tekrar et. - dedi Cinci. – Hel hala hal!

Han Cincinin bu sözlerini tekrarlayınca önündeki demir kapı birden iner ve Han öbür dünyaya ayak basar. Yeraltı dünyasının duvarları açılır, tavan gümüş parıltısıyla pırlanta gibi aydınlanmıştı. Han altın paralar tümseği üstünde durarak, yanından akıp geçen altın akımını seyrediyordu. Birden yer altından altın bir kaya çıkaverince ortalık yakut taşının pırıltısıyla  aydınlanır. Bu arada Han bir nilüfer yaprağının üzerinde yatan bir kızı görür. Siyah bir köpek ulumaya başlayınca Cinci titreyerek:

— Köpeğe bakma! - der.

Fakat Han büyülenmiş gibi oraya baka kalır. Gözünde bir an pırlantalar söner; altınlar bakır olur, dünyanın ziynetleri bir hiç oluverir. Han, bu kızın sesini duymaz, ama gönlünde çiçekleyen üzüm bağının miskokulu narin nağmesi çalınıyordu. Cinci:

— Kızın ayaklarında olan dalı hemen eline al! — deyip, Han’a doğru koşar. — Dünyanın tüm zenginliği senin elinde olur. 

Kız yattığı yerden birden kalkıp:

— Benim gibi güzelin büyüsünü Arslan Giray elbette çalmaz. Cesur Han buralara gelme cesaretini gösterdi ve gelince bana aşık oldu. Han benimle kalmak isteyecektir. - der.

Kız Han’a dudaklarını uzatır, hava bir anda gerilir. Altın şimşekler çakıp, Cinciyi Kerç dağı mağarasının dışına attırlar. Cinci kendini bir anda Solhat pazarının ortasında bulur. Etrafını merakla saran insanlar Cinciye:

— Duydun mu? Hanımız kaybolmuş! — diyorlardı. — Arslan Giraya yazık olmuş.

Fakat Cinci başını sallayarak:

— Acımayın Giray’a. O, dilediğinden daha fazlasını bulmuştur. — der.