ÜÇ DİNDAR MASALI

TR
RU EN

     Bir zamanlar Kırım’ın ulu bir Hükumdarı varmış. Hükumdarın da üç oğlu varmış. Günün birinde Han oğlanları yanına çağırtarak onlara: 

     – Evlatlarım! Canımın içi sizsiniz. Allah’ımın beni yakında çağıracağını hissediyorum. Sizden ayrılacağım gün yakındır. Ama hüznünüzü başka fikir örtsün ki, son dakikalarıma kadar kaderinizi düşünmüştüm. Sarayımızın köşe odasının zulasında bir mücevher kutusunu saklamış bulunmaktayım. İçinde bulunan her şeyi tam üçe bölerek paylaşırsınız. Emi? Hayatınızın sonunadek sizlere yetecektir onlar. - demiş. 

     Sözlerini bitiren yaşlı adam son bir nefes alıp ölüm şarabından tatmıştır. 

     Hanın teni toprağa verilince, ruhu da Azrail tarafından Cennet’e götürülünce oğulları ziynetleri almak üzere o odaya gelirler. Zulanın boş olduğunu, tüm mücevherlerinin çalındığı anlayan gençler çok üzülmüşlerdi. Kardeşler o kızgınlıkla birbirinden şüphelenir, hakaretler yağdırırdı. Birbirlerini hırsızlıkla suçlarlar. Kavga ederek uzun zaman orada kaldıktan sonra kardeşlerden en büyüğü:

     – Şüphe yok ki, kardeşler, hırsızlığı yapan bizden biridir. Zira hazineden tek üçümüzün haberi vardı. Kadı’mız bizi adaletli bir şekilde ayıramaz tabi. Ama köylü bir dede varmış. Zekâ ile hikmetleriyle nam kazanmıştır. Kavgamıza son verip bu dedeye başvuralım ki, tartışmamızı o çözsün. – demiş.

     Hanzadeler bunun doğru olabileceğini düşünerek abileriyle razı olup köylü dedenin yanına giderler. Ağırbaşlı dede onları kabul edip dinler ve:

     – Kararımı size söylemeden önce bir masalı dinletmeyi isterim. Üç dindar masalı bu. – der.

     Kardeşler dedeye kulak verirler. 

     – “Evel zaman içinde, mutlu bir ülkede birbirini çok seven iki genç varmış. Genç kızla genç oğlan. Fakat kız doğuştan başka bir adamla nişanlıymış. Düğün günü yaklaştığı zaman genç aşıklar buluşur. Delikanlı sevgilisini son bir defa kucaklayarak ona: 

     – Ah, gözümün nuru, sevgilim! Fikrimin sahibesisin. Şu an birlikteyiz. Beraber olduğumuza mutluyuz. Fakat beni terkedip o adamla evlendiğin zaman halim ne olur? – der. 

     – Kalbimin sahibi, üzülme! Senin olmadan o adama yar olmam! Aşkımın kapısını ilk sen açarsın. – diye cevap verir sevgilisine kız. 

     Allah’ın kavliyle genç adamı eşi olarak kabul eden genç kız o yerde sadakat andı içer. 

     Düğün gecesi gelin sadakat andı ve aşkı hakkında damada anlatır. Gözü yaşlı olarak eşi olacak adamın ayaklarına sarılarak onu eşine bırakmasını yalvarır. 

     Hanımı olacak o gelinin itirafını dinleyen adam iyi bir dindar olduğu için ona: 

     – Tanrının bana eş olarak yazdığı ey hanım! Allah karşısında verilen and çok daha mühimdir. Genç adama sadakat yemini verdiysen, git onunla ol. – der.

     Kız bu denli adaleti beklemiyordu. Damada farklı bir gözle bakar. Bu insaniyetli adama daha önce raslamadığına pişman olur. Ama kendine gelerek adama teşekkür edip sevgilisine koşar. Yolu uzak, sokaklarsa karanlıktı. Köyden yola çıktığında bir haydutun eline düşer. Mücevherlerle süslü, yalnız başına olan bir bayanı gören eşkıya ziynete el koyacaktı. Fakat örtülerin altında bir hilal kadar güzel olan kızı farkedince niyeti değişir. Bu denli güzelliği yakından ilk defa gören haydut zavallı kızın üstüne bir kurt hayvanı gibi saldırır. Fakat kız yalvarmaya başlar. Ağlaması o kadar acıklıymış ki, haydutun taş kalbi yumuşar. Kızı bırakıp:

     – Neden böyle acı sızlıyorsun, canım? – diye sorar. 

     Zavallı kız gece vakti ıssız yerde ne yaptığını, başından geçen tüm hadiseyi olduğu gibi samimi olarak anlatır. Adam bu acı hikayeyi duyunca bir kere daha yumuşar. Sonra, gerçek bir dindar gibi kıza: 

     – Karanlık gecemin yıldızı! Yazgın öyle çizilmişse, Peygamber’imin aşkına derim ki, senin canına kıyacak olan ben değilim. Allah karşısında verilen and her şeyden mühimdir. Benim gibi ere namertlik yakışmaz. Andı içtiğin yere var git! – der.

     Haydut kızı hem bırakır, hem de varacağı yere kadar geçirir. 

   Sevdiği adamın evi eşiğinden içeri giren kız üzüntüden gözyaşlarına boğulan genci görür. Canından çok sevdiği kızı bir anda karşısında görünce adam ona sarılır, aşk sözlerini söyler. Kalbini açar. Sonra da kıza: 

     – Hayatımın güneşi! Karanlık gece vakti buralara kadar nasıl gelebildin? – diye sorar.

     – Sana Allah’ımın karşısında sadakat andı içmiştim. Sözü yerine getirmek için sana geldim. Bir ay önce sana sadakatta yemin etmiştim. Yabancı bir adamla düğünüm oldu bugün. Gece artık yalnız kaldığımızda ona bu andım hakkında her şeyi anlattım, beni bırakması için yalvarmıştım. Buraya geldiğim vakit yoldaysa bir haydutun eline düştüm. Zayıflığımdan faydalanıp beni güçle alacaktı. Fakat acı ağlayışıma dayanamayıp sebebini sordu. Hayduta da her şeyi samimiyetimle anlattım. Kalbi eriyen haydut bile merhametlinin tekiymiş. Bana hiç bir kötülük etmedi. Hatta evine kadar da geçirdi. – diye cevap verdi kız. 

     Genç adam sevgilisinin anlattıklarıyla o kadar hislenmiş ki, kalbi geniş o insanlara hayran olur. Heyecanlanıp, gerçek bir dindar gibi: 

     – Ah, kalbimin içi! O damat olan adam ve haydut dediğin kişi o derecede dindarlarsa, ben sana nasıl sahip olabilirim? Yatağımı nasıl paylaşırım? Bil ki, bu dindarların imanı bana örnektir. Yapacak başka bir çarem yoktur. Eşin olan o adamın evine dön. Allah’a emanet ol! Şeytanın kem gözünden saklasın seni! Üzerimden o andı atarak, artık kardeş gözüyle sana bakacağım. Öz babamın kızıymışsın sanki sena saygı duyacağım! – der.

     Genç adamla vedalaşarak kız düğün evine döner. Eşi olacak adama olan biteni anlatır. Damat haydut denen kişinin ve aşık delikanlının dindarlıklarına şaşar. Kız ise andından kurtulmuş olacak ki, gerdek yatağına geçer. Eşiyle beraber aile yaşamının tüm güzelliğini tatmıştır”.

     Hikâyesini burada bitiren ihtiyar köylü onu hayran hayran dinleyen üç hanzadeye:

     – Bana cevap verin, evladım! Bu üç erkeğin en dindar olanı kimmiş? – diye sorar.

     Kardeşlerin en büyüğü der ki:

     – Elmas kadar iffeti saf bu kızın eşi, yani damat olan adam hepsinden dindardır. Çünkü düğün gecesi hanımın hikâyesini dinlemek zorunda değildi, yavlarışına kulak vermeyebilirdi. Ama dinledi, kulak verdi. Nitekim şeriat bunu yazar. Fakat adam kibar bir şekilde hanımı salıvermiş. İçilen andı yerine getirsin diye. Kısacası, eşi en dindar adamdır!

     – Hey, ağırbaşlı, zeki ve hikmetli dede! İzninle, kızın sevgilisi olan genç adamın en dindar adam olduğunu söylemek isterim. Arzuladığı kızı karşısında bir anda görünce sevinir. Onun andına sadık kaldığını bilir. Ama her şey açıklandığında kızın bağlılığından faydalanmaz. Kızı andından azad eyleyerek eşine, geri gönderir. Bu hareketten daha yüce hareket var mıdır? – der hanzadelerin ortancası. 

     Ortanca hanzade sözünü bitirerek yerine oturur. Sıra küçük kardeşe gelir: 

     – O halde yol eşkıyasının davranışına ne demeli? Gece yarısı ıssız ve karanlık bir yolda giyinmiş kuşanmış dünya güzeli bir kıza rastlar. Kıza sahiplenecekti. Ama hayır, hey hikmetli dedem! İmanlı ve dindar bir merdin yüceliğine bak! Müminlerin en dindarı odur. 

     Her üç şehzadeyi dikkatle dinleyen dede kardeşlerden en küçüğüne dönerek:

     – Haydi, hanzadem! Mücevher kutusunu cabucak çıkar da görelim! – der. – Şüphesiz ki, kutu senin elinde! Zira dürüst adam dürüstün tarafını, aşık aşığın tarafını, hırsızsa hırsızın tarafını tutarmış. Nitekim görürüz ki, hırsız hırsızı uzaktan tanır, onu himaye eder!

     Hikmetli dedenin bu ani kararını duyan küçük hanzade hayret olur. Şaşkınlığından koşarayak odasından mücevher kutusunu getirip dedenin ellerine teslim eder. Dede, mücevherleri tek tek sayarak, üçe bölür. Kardeşlerin eline paylarını taksim eder.