Deliklikaya (Sudak Bölgesi Efsanesi)

TR
RU EN

Koz köyü kirazına ya da narin, sulu sarıarmuduna benzer var mıdır dünyada başka bir meyva? Koz’un kayalık tepelerine böyle kolay tırmanan narin kızları, belleri sütün olan genç adamları var mıdır Kırım’ın başka yerlerinde! Tepelerine kar düşmüş yaşlı Eltigen Dağı vadi çocuklarını seyredip, güneş nurlarında oyunlarına seviniyor. Akşama doğru dağın siyah gölgesi köye yaslanırken yaşlı Eltigen Dağı köylülerin seslerine kulak verip bunların köy kahvesinde toplandığını görür.

İmamın yanında çömelerek oturan doksan yaşındaki Müslahaddin dede:

— Ne varsa eski zamanda varmış, — der. — O zamanları daha iyiydi. Gerektiğinde yağmur yağar, lazım değilse yağmazdı. Kurt yaprakları yiyip bitirmezdi, arı da vardı, keçi de vardı. Köyde herkesin çifte çifte öküzleri vardı. Çok iyiydi.

Müslahaddin dedeyi oturup dinleyen köylüler içlerini çekip:

 — Eyi vallah, öyleydi. — derler.

Basan karanlıkta gâh orada, gâh burada köylülerin cigara ateşi belli olur, ciddi yüzlerini tütünün beyaz dumanı sarardı. Köylülerden biri:

— Su da boldu, — dedi. Müslahaddin dede ağır işiterek:

— Ha? Deliklikaya’nın deliği mi yoktu, dedin? Öyledir. Yoktu, yoktu. Delik sonradan açıldı. Kızpınarı oluştuğunda delik te açıldı. – dedi.

Kahveci ihtiyar Müslahaddin’in kulağına eğilerek:

— Anlat, adamlar duymak ister, - der.

Bostan karpuzu misali kulağı üstünde çıkmış şişliğe rahat vermek için ağır astragan kalpağını ensesine çekip Müslahaddin dede köy yolunda ilerleyen atlı postacının zil seslerini duyar. Sanki Müslahaddin dedenin hikâyesine engel olmamak için birazdan ziller susar.

Нa...

Dedeyi defalarca dinleyen köylüler hep dinlemek isterler. Dinç yaz akşamı binlerce yıldız derin gökyüzünde yanarken, serinlik çökünce ağır çalışma günü sonunda büyülü bir hikâye bekler gönül. Hareketleri, anlatışı yavaş olan dede uzun kiraz çubuğundan tütün çekerek ata-dedelerinden duyduklarını anlatır:

Dinleyenler fikre dalmış, dede bunları uzak diyarlara götürmüş, anlaşılan. Akıllarında birden Eltigen Dağı’nın üç kayası belirdi. Ortanca kaya olan Deliklikaya’nın deliği yok henüz, içindeyse üç masal perisi yaşamaktadır.  Perilerin her biri kendi şarkısını söyler. Fakat insanlar dağ gürültüsünün sesi olduğuna inanırlar. Dağın sesi gürse — yağmurun, iniltiliyse — fırtınanın kopmasını beklerler. Ezelden beri periler köylüye işaret verirler, çünkü köyü severek koruyorlar. O zamanları insanlar seslere dikkat eder, koruyucu ruhlara minnetdar olurlardı.

O dönemleri ruh ve periler insanların karşısına çıkar, insanı korurmuş.  Bu sevgiden ruh ve maneviyat yükselir, insan kalbi rahatlardı. İnsanların kalbi yumuşardı. Köy yulundaki ziller sesi dağ ormanını aşarak gene duyuldu ve dinleyenleri gerçek dünyaya geri döndürdü.

Her şeyin iyi olsa, başkasına da aynısını dilersin. İç dünyamız böyle bir şeydir. Eskiden Kozlular bir yolcu ya da dilenciyi doyurmadan, gece yatırmadan hiç bırakmazmış. Köyden aşağı bahçelere işe indiklerinde köylülerden biri mutlaka evde kalır, gelen yolcuyu ağırlardı.

Günün birinde herkes bahçeye işine gitmiş; evlerinde bir tek yaşlı nenelerle torunlar kalırken, bir de çeyizlerini düğün mevsimine yetiştirmek üzere nakışlayan üç genç kız da kalmıştır. Gün sıcaktı, serinlemek için kızlar çeyizliklerini alarak ormana gider. Sessizdi Eltigen Dağı. Dağ perileri kayalıklarından inerek üç avare sıfatına bürünerek kızların karşısına çıkmış. Bir Kör, bir Topal, bir de Kambur’u gören üç kız selâmlaşarak başları öne eğerler:

— Karnınız açsa, sizi doyuralım. - derler.

Yaşlı büyük bir meşe ağacı altında kızlar bohçalarını açmış, balık, sarımsak, pide ne varsa sermişler örtüye ikram ederek:

— Yiyin.

Üç fakir yedikleri zaman teşekkür ettiler. Doydukları halde, bohçalardaki erzak eksilmemiş. Kızlar:

— Doya doya yiyiniz! - diyerek, kendileri için ayırdıkları sarıarmutları bile ikrama ektiler. Gülücükler dağıtan üç fakirse:

— Allah büyüktür. Allah ne muradınız varsa, versin. – derler.

Karınları doyan üç fakir kızlara gizli dilekleri varsa, dilemelerini rica ederler. Hayırlı bir zamanda dilek gerçekleşebilirmiş:

— Düşünün. - dediler.

Kızlar aralarında gülüştü, ve kızlardan biri:

Çeyizimin işlemesi çabuk bitsin, isterim. – dedi.

Kambur gülümseyerek:

— Eve dönünce dileğin gerçek olduğunu anlarsın. – diye cevap verir.

İkinci kız:

Bense nenem bana mızmızlanmasın isterim, — der.

Topal:

Öyle olsun! diye seslenir.

Sessiz duran üçüncü kıza Kör:

Ya sen? Ne dilerdin? diye sorunca. Kız:

Ne fark eder. Gerçekleştiremezsin ki. — diye cevap verir. Kör:

Sen gene söyle. – deyince, kız:

— Dağ içinde bir su pınarının açılmasını isterdim. Serin, temiz suyu köye ulaşsın. Su içen yolcunun yorgunluğu bitsin, suya doyan köylülerse sıcaklarda bu pınardan serinleyerek Allah’a şükretsinler isterdim. – der.

Kör adam kıza tekrar:

— Peki, kendin için ne dilersin? — diye sorar. Kız da:

— Hiç bir şey. Her şeye sahibim. - der.

Kör çok şaşırır. Şaşırmaktan gözlerini açıp gökyüzünün mavisini yansıtır. Kıza:

— Adını söyler misin? – der.

— Ferrah Hanım, — diye cevap verir ona kız. Kör adam:

— İstediğin olacaktır ve adını insanlar hep anacaklar. – der.

Kör adam Deliklikaya’ya dönerek, asasını kaldırıp taşa vurur. Dağın çatlama sesi gelir, kaya parçaları tepelerden aşağı yuvarlanır, dağ kara bir buluta bürünür. Bulut eriyince dağın ortasında bir delik görünür, kayalardan inen bir şelalenin sesi yayılır. Dağ pınarının ilk suları Ferrah Hanım’ın ayaklarına inip, onları ıslatır. Üç fakir adamsa birden yok olup giderler. Kızlar bu adamların kim olduğunu o an anlar.

Fakirin dediği olur. Çok yıllar Ferrah Hanım’ın adını insanlar anmıştır. Ölünce, kabrini taşla örürler. Belki de altmış yıl önce Müslahaddin dede o taş duvarın yıkıntılarını daha görmüştü. Taştaki Arap harfli yazıtında:

— “Tutunma bu fani dünyaya ki, baki olan bir tek Allahtır”. – satırlarını okumuştu.

Yaşlı Müslahaddin dede çoktan sessiz oturuyor. Ama dinleyenlerden hiç birinin bu büyülü masaldan kalkıp gidesi gelmez. Müslahaddin dede nihayet yerinden kalkarak, söylenir:

— Haydi. – der.

İmam da yerinden kalkıp yoluna devam eder:

— Deliklikaya gürültülüdür. – der. - Herhal yağmur yağacak.

— Yağarsa iyi. Kuraktır, su yok. — diye yanıtlar Kahveci.

— Yağsın, yağsın! — der yerlerinden kalkan köylüler.

— Bir Ferrah Hanım’a ihtiyacımız var, — der köyün güleryüzlü genç muallimi.

Fakat köyün muhteremleri ona sert bakış atarak:

— Ferrah Hanım zamanlarında suyumuz boldu; şimdi suyumuz az, insanlar hep kötü niyetli, genç kızlar yaman tertiplidir. Daha bozulurlarsa Kızlar Hamamı suyu hepten yok olur. — diye cevap verirler.